kökeni arapça gahwah kelimesinden gelen, “keyif veren içki” anlamındadır. avrupa’da “café, caffe, koffie, coffee” şeklinde kullanılıyor.
aslında hiçkimse kahvenin gerçek hikayesini bilmez. size en yaygın inanışı, daha önce bulduğunuz halinden çok başka bir şekilde anlatacağım. bunun için kahvelerinizi yanınıza alın. hazır olduğunuzda başlayalım.
8.yy ortaları, habeşistan (etiyopya)
kaffa’da yaşamakta olan khaldi adında bir çoban vardır. khaldi, günün belirli saatlerinde keçilerini otlatmaları için yaylaya götürür. gittiği yaylada yüksek ağaç bulursa altında serinlemek için bir kaç saat bekler. tabi bu süreyi daha dolu geçirmek için sürekli birşeyler ile uğraşır. yaprakların sesini dinler, kepenek üzerinde işlemeler yapar, keçilerine göz kulak olur ve yorulduğunda da gölgede uyuklardı.
gel zaman git zaman, khaldi’nin sürüsü büyüdü. artık götürdüğü yayla, bölgedeki çobanlara yetmemeye başladı. herkes sürüsündeki sayıyı azaltırsa sorun çözülecekti fakat khaldi’nin sürüsünü satmak gibi bir niyeti yoktu. bu yüzden çözümü başka yaylalar aramakta buldu.
çobanlar sürülerini güneydeki verimli toprakların olduğu bölgeye götürüyorlardı. böylece daha büyük yaylalarda hem yalnız başlarına olmuyor hemde bütün araziyi görebiliyorlardı. kuzey bölgesinde ise yoldan gelip gidenler dışında kimsenin uğramadığı yaylalar vardı. yerleşim yerlerinin daha kuzeyindelerdi. her ne kadar küçük olsalarda, tek bir sürü için oldukça idealdi.
khaldi, gün bitimiyle beraber 8 km kuzeyde bulunan küçük bir yaylaya keşfe çıktı. daha önce görmediği büyük bir ağaç, etrafta tuhaf çalılar ve hayvanları için yeteri miktarda yeşillik vardı. ertesi gün sürüsünü getirmişti. başlarda her şey daha öncesi gibiydi. ağacın gölgesinde bir şeylerle uğraşıp tekrar dinleniyordu.
aradan birkaç hafta geçtikten sonra hayvanlarının bariz bir şekilde neşeli ve zıpır oldukları gözüne çarpmıştı. öyle ki, geceleri şehre gelince khaldi’nin sürüsü yerinde duramıyordu. tüm geceyi düşünerek geçirip, yarın keçilere ne olup bittiğini anlayacaktı.
yarın tekrar yaylaya ulaştığında bu kez ağacın altına gitmek yerine keçilerinin yanına gidip ne yaptıklarına bakacak ve böylece bu neşe ve enerjinin kaynağını bulacaktı. khaldi, keçisinin yediği kırmızı meyveyi yer ve daha enerjik, hareketli hisseder. bir kaç kez tekrar eden bu değişikliğin nedenini merak eden khaldi, cevabın kahve ağacı ve kahve çekirdeklerinde olduğunu bulur. sonra bu keşfini anlatmak üzere sufi dervişlere gider. çekirdeklerin marifetini dinleyen sufi derviş, ilk başta fikri onaylamaz ve çekirdekleri ateşe atar. ateşte tutuşan çekirdekler kavrulmaya başlar ve ortalığa kahve aroması yayılır.
yayılan bu aroma khaldi ve dervişe ilham verir ve çekirdeklerden güzel bir içecek oluşturmak için işe koyulurlar. önce kavrulmuş çekirdekler öğütülür sonra özlerini bırakmaları için suda kaynatılır. işte bizim bildiğimiz kahve böyle doğar.
sufi, kahvenin uzun gece ayinlerde onu uyanık ve zinde tuttuğunu fark eder. daha sonra diğer dervişlerde bu içeceği sever. ardından kahvenin uluslararası yolculuğu başlar. önce yemen ve arabistana yayılır. türkler ise 1517’de yemen valisi sayesinde kahve ile tanışır ve öyle sever ki önce istanbul’a oradan da tüm dünyaya yayılmasına vesile olur.